Bir Yudum Hikaye...

Gizli Sevda

Kasım ayının 12. günüydü. İstinye sahilinde dolaşıyordum. Hava soğuk ve rüzgarlıydı. Hafifte yağmur çiseliyordu. Bir sigara yaktım rüzgara karşı, soğuktan etkisini fazla hissetmiyordum. Zaten yağmur yüzünden söndü hemen. Tekrar küfrettim her şeye... Sahilde ellerini göğsünde kavuşturmuş bir şekilde, denizin kabarışını boş gözlerle izleyen kıza takıldı gözlerim. Asil ve mağrur duruşu beni fazlasıyla etkilemişti. Az önce tükürerek savurduğum küfürlerden dolayı hayattan özür diliyordum. Sessizce yaklaştım kızın yanına ''Merhaba'' dedim nazikçe ve denize izlemeye koyuldum. ''Merhaba'' diye karşılık verdi. Sesi bir şarkının en güzel melodisi gibiydi. Sesi kulaklarımdan tüm hücrelerime yayıldı. Ceketimi çıkarıp soğuktan titreyen vücudunu örttüm. ''Üşümüşsünüzdür, uzun zamandır sizi izliyorum.'' dedim. Bana doğru döndü, masumane bir gülümseme belirdi suratında. Siyah, dalgalı saçları rüzgarla dans ediyordu, kısık gözleri, dudaklarından daha içten gülüyordu. Gözleri kaybolunacak kadar siyahtı. ''Beni mi izliyordun?'' dedi. ''Evet'' dedim utangaç bir tavırla... Ardından bir kafeye gidip sıcak bir şeyler içip sohbet ettik. İzmir'li bir ailenin üç çocuğundan ilk dünyaya geleniymiş. 22 yaşında ergen dönemindeki psikolojisiyle gelmiş sahile, ağlamak için neden arıyormuş. Yalnızmış ve ailesiyle her kız gibi problemleri varmış. İstanbul Üniversitesi arkeoloji bölümü 3 sınıf öğrencisi,geçmişte yaşayan insanlara ve o dönemdeki eserlere büyük saygısı varmış. Adı Lale'ydi... Ayrılmadan önce telefon numarasını istedim. Ve bir daha görüşmek üzere birbirimizden ayrıldık.

Yatakta bir o yana, bir bu yana dönüp duruyordum. Aklımı kurcalayan tonca düşünce yığını arasında ''Lale'' ismi en öne geçiyordu. Lale... Çok narin ve nazik bir çiçekti ama en kuru toprakta bile kudretle filizlenebiliyordu. Lale'yi düşünerek uykunun kollarına cüretkarca kendimi bıraktım. Sabah uyandığımda istemsizce telefona sarıldım ve Lale'yi aradım, buluşmak istediğimi söyledim. Severek kabul etti. Beşiktaş'ta buluştuk hava yine çok soğuktu. Onu görünce kalp ritmim hızlandı, kan hızla hareket ettiğinden terlemeye başladım. Bilimsel açıklamasının bir anlamı yoktu. Hormonsal bir kaç sıvının salgılanması falan beni ilgilendirmiyordu. Ruhun hayata durduğu saygı duruşunu, başka bir ruha durmasıydı. Bunun adı aşktı. Bedenimi, ruhumu ve benliğimi ele alan buydu. ''Nasılsın?'' dedi gülümseyerek. Hava ısınmıştı o an, ağaçlar yemyeşil olmuştu, güneş bulutları yarıp kudretiyle ışınlarını saplıyordu İstanbul'a, çiçeklerle doluydu sahil kenarları, kuşlar dans ediyordu rüzgarda. Bir anda kendime gelip ''Teşekkür ederim iyiyim, sen nasılsın?'' dedim. ''İyiyim'' dedi. Çiçekçiden aldığım laleleri tutuşturdum eline, nezaket namına en ufak bir belirti yoktu. Heyecan dahada artmıştı ve bir mekana gidip oturduk...

Günler böyle geçiyordu, onu görmediğim her an dahada ağırlaşıyordu zaman. Ama bir an bile söyleyemiyordum sevdiğimi. ''Sevgilim'' diye haykıramıyordum ama ''sevdiğim'' diyordum cüretkarca. Nisan ayının ortalarına gelmiştik. Bahar gelip uyuyan doğa canlanmış, aşk etrafta kol geziyordu. Ben aşkı 5 aydır gizlice yaşıyordum. Uzaktan bir rüzgarla öpüyordum, o bilmese bile ben tenini okşuyor, saçlarını kokluyordum. Ona olan sevgim her geçen gün dahada artıyordu. En yakın arkadaşım Orhan'a her şeyi anlatıyordum. Her seferinde beni gaza getirmeye çalışıyordu. ''Hadi git bu sefer konuş, açıl kıza be ağabey!'' derdi. Ama kendimde o cesareti bir an bile bulamıyordum. Ben yine her şeyi en acımasız dosta emanet etmeyi seçmiştim. Zaman...

Bir pazar günü telefonum çaldı. Arayan Lale'ydi. Heyecan içinde buluşmamız gerektiğini söyledi. Hemen hazırlandım, zaman bugündü içimden bir ses öyle diyordu. Lale'nin sevdiği parfümü sıktım ve hemen kendimi dışarı attım. Çiçekçiden ilk buluştuğumuz gün gibi rengarenk bir lale buketi yaptırdım. Ortaköy'e gittim. Sahilde oturmuş beni bekliyordu. Çiçekleri ona uzattım. Her zamankinden daha güzeldi bugün ve çok güzel gülüyordu. Güzel olan ne varsa onun yanında çirkindi. Güzel dediğim ne varsa onunla güzeldi. ''Seni seviyorum'' demeye odaklandığım anda. Elimi tuttu ve heyecanla ''Aşık oldum'' dedi. Ben sustum. Okulda her zaman gördüğü çocuk, bugün onunla konuşmuş ve akşam için randevulaşmışlar. Lale konuşuyordu, ben susuyordum, ben kimi dinliyordum? Lale'nin ağzı oynuyor, sesleri çıkıyordu ama duymuyordum ben onu. O konuştu ben sustum, giderken yanağıma yumuşakça bir öpücük kondurdu. Ben yine sustum. Sevdiğim dediğimin, en iyi arkadaşı olmuştum...

Sahilde dolaşmaya başladım. Arabaların kornaları, kuşlar, vapurlar, dalgalar, rüzgar, insanlar,... her şey susmuştu. Ama ben birini dinliyordum. Ses yoktu, boşluktu her şey, karanlıktı. Kuyudaydım, uçsuz, derin, hiç bir ışık yoktu. Ben Lale'nin gözlerindeydim. Düşmüştüm bir kere... Geçen günlere inat konuşmuyordum. Susmuştum. Lale arıyordu açmıyordum. Dışarı çıkmıyordum. Güneşten nefret ediyordum. Onsuz olmak artık bana koymuyordu. Gece uyumuyordum, güneş doğarken uyuyup, batarken uyanıyordum. Herkese inat akşam yapıyordum kahvaltımı. Kendimi kandırmakta üstüme yoktu. Açık ve net özlüyordum onu. Onu delice sevdiğimi nasıl inkar edecektim? Nefret ettirecek bir ilaç var mıydı? Yada kalbinde birini öldürmek için? Lale'yi sevmek, gazetenin 3. sayfasına sarılmış bir şarabı içmek gibiydi. Sokakta yada parkta ulu orta ama gizlice...

Haftanın 2, 3 günü onu ilk gördüğüm yere İstinye sahile gidiyordum. Onun durduğu yerde dalıyordum boşluklara, belkide düştüğüm boşluktan bir çıkış arıyordum. Onun ruhunu kurtardığım gibi ruhumun kurtulmasını istiyordum. Belkide hepsi yalandı. Bildiğim hiç bir şey yoktu. Doğrularım yalandı. Her Kasım'ın 12. günü onun durduğu yerden sahile lale atıyorum. 6. kez bunu yapıyordum. Onu görmeden geçen kocaman beş buçuk yıl olmuştu. Bu zaman dilimi sadece takvimden ibaretti. Benim yaşadığım zaman dilimi cehennemdekiyle aynıydı. Saniyeler yıldı. Arada haberlerini alıyordum. Evlenmiş o çocukla, ondan çocukları olmuş. Arada görüyorum oda geliyor aynı yere, yine kollarını kavuşturuyor, kabaran denize bakıyor sessizce dalıyor boşluğa, bozuyor sessizliği ona doğru koşarak ''anne'' diyen çocuklar yada evlendiği adam geliyor usulca, sarılıyor ve ceketini koyuyor omzuna, üşümesin diye... Ben susuyorum...


Hüseyin Yıldız